Kronik Hastalıklarda Fonksiyonel Tıp Yaklaşımı
Vücudumuzda yolunda gitmeyen bir durum olduğunda, vücudumuz bize bazı sinyaller göndermeye başlar. Örneğin; baş ağrısı, kabızlık veya ishal, kas ve eklem ağrıları, uyku kalitesinin bozulması, ciltte değişiklikler, kronik bir halsizlik veya depresyon gibi. Daha önceden var olmayan bu bulguları dikkate almak aslında bizi gelecekte ortaya çıkabilecek olan hastalıklardan koruyabilir. Fonksiyonel Tıp yaklaşımı ile tedavi, özellikle tanı konmadan önceki semptomların ortaya ilk çıktığı dönemde bize en etkili sonucu veriyor.
Karın bölgesinde yağlanma, hareketsiz yaşam tarzı ve genetik yatkınlık sonucu ortaya çıkan insülin direnci ve prediyabet bu durumun belki de en bilinen örneği. Toplumumuzda insülin direnci ve prediyabeti olan kişilerin sayısı maalesef diyabetik hasta sayısı kadar fazla ve elimizdeki veriler insülin direnci olan hastaların büyük kısmının önlerindeki 10 yıl içerisinde diyabet hastası olacağını gösteriyor. Ayrıca insülin direnci olan hastalarda kalp damar sistemi hastalıkları riskinin, insülin direnci olmayan insanlara göre neredeyse %50 arttığı da görülüyor.
İnsülin direnci ve prediyabeti olan hastalar, beslenme değişikliği, kilo kaybı ve düzenli egzersiz gibi yaptıkları hayat tarzı değişiklikleri ile hem diyabet hem de kalp damar sistemi hastalıklarının gelişmesini engelleyebilirler. Ancak kan şekeri dalgalanmalarının diyabete göre daha düşük düzeyde olduğu bu dönem hastalarımız tarafından belki de en az önemsenen dönem olarak karşımıza çıkıyor. Biz hastalarımızdan özellikle ‘Çok önemli olmayan hafif bir şekerim varmış’ cümlesini sıkça duyuyoruz.
Peki biz birçok hastalığın beraberinde yaygın metabolik bozukluğa neden olan diyabet hastalığını engelleyebileceğimiz bu dönemi hangi tetkiklere bakarak nasıl tanımlayabiliriz?
Prediyabeti kan şekerinin diyabet hastalığı seviyesinde iniş çıkışlar yaşanmadığı ancak normal olarak da seyretmediği dönem olarak tanımlayabiliriz. Prediyabet tanısında kullandığımız parametreler:
- Açlık kan şekerinin 100-125 mg/dL arasında olması
- Bozulmuş Glukoz toleransı (75 gr OGTT ile 2. Saat kan şekerinin 140-199 mg/dL arasında olması)
- HbA1C değerinin %5.7-6.4 arasında olması
İnsülin direnci ise insüline vücudumuzun bozuk biyolojik yanıtı vermesi olarak tanımlanır. İnsülin direnci tanısında pek çok yöntem kullanılsa da en pratik olanı HOMA-IR (Homeostatic Model Assesment of Insulin Resistance) testidir. HOMA-IR, 8-10 saatlik açlık sonrası alınan kan örneğinden matematiksel bir formülle hesaplanmaktadır.
HOMA-IR = Açlık Kan Şekeri X Açlık İnsülin / 405
HOMA-IR için optimal düzey 1 değerinin altında olması.
1-1.9 insülin duyarlılığı
1.9-2.5 arası erken insülin direnci
2.5 değerinin üzeri insülin direnci olarak kabul edilmektedir.
Fonksiyonel tıp yaklaşımında bizim için önemli başka değer ise açlık ve 2. saat insülin değeri. Açlık insülin değerinin 10 ünitenin altında olması (5 ünitenin altında olması en optimali) ve 2. saat insülin değerinin 20 ünitenin altında olması gerekmektedir.
İnsülin karaciğer, kas ve yağ dokusundaki hücreler üzerinden etkilerini gösteren bir hormondur. Bu nedenle yukarıda saydığımız kan değerlerinin yanında ALT, AST, GGT, CRP, Ürik asit, kolesterol değerleri ve böbrek fonksiyon testleri de eş zamanlı bakılmalıdır.
Aslında önemli olan yazımızın başlarında belirttiğimiz kronik yorgunluk, uyku kalitesinde bozulma, kilo alımı, akantosis nigrikans gibi ciltte özellikle kıvrım yerlerinde belirgin esmerleşme, tüylenmede artış, yemek sonrası enerji düşüklüğü, sık tatlı yeme isteği gibi vücudunuzda meydana gelen değişiklikleri fark edebilmek...
Diyabet gibi vücudumuzda çok fazla hasara neden olan bir hastalığı önleyebilmek elimizde... Bu nedenle yukarıda bahsettiğimiz parametreleri düzenli takip ettirmeli, elde ettiğimiz bu sonuçları gereken önemi vererek yorumlamalı, uygun yaşam tarzı değişikliklerini ve destekleri hayatımıza eklemeliyiz.